Jin-Rô ✅ 80

 1999, by Hiroyuki Okiura

Bir kırmızı başlıklı kız hikayesi. Bir entrika ve aslında dünyanın bolca protestolar ile harmanlanmış gündemini düşününce baya güncel de bir film. Güç odaklarının çok güçlenip amaçlarının daha çok güç kazanmaya evrilmesinin bir yorumu. Ama asıl teması ve asıl yorumladığı şey asker vücudunu giymek ve aynı paralelde o vücudun içerisinde kaybolmak.

Film anlatı olarak, sunum olarak, görüntü olarak, renk paleti olarak, tema olarak çok üst düzey bir uyum yakalamış bence. Bir an olsun kaç dakika kalmış ne kadar olmuş demedim (ki iyi kötü her medya ürününde ne kadar zaman kaldığını ara ara kontrol ederim.). Bu benim standartlarımda filmin akıcılığına kendimi kaptırmış olmam demek yani baya hoşlandığım bir deneyim olduğuna dair bir göstergedir. Anlattığı şeyi içselleştirmekte her ne kadar sorunlar yaşasam da beni kendine %100 bağladı. Anlattığı şeyi her ne kadar sürükleyici bulsam da pek çok açıdan yüzeysel olduğu da bir gerçek. Yani en temelde bu bir güç savaşı mı, insan-asker ya da kurt-kuzu alegorisi mi, aşık olmakla alakalı bir şey mi anlatılıyor kestirmek zor. Çünkü bunların hepsi kendi içlerin de derin fakat filmin genelinde yüzeysel kalmış temalar. Hikayeye yön vermek yerine hikayenin etkisiyle yön değiştiren ve böyle olunca da kendi içlerindeki ağırlığı kaybetmiş bir haldeler. Ne ikili arasındaki aşk (ya da o ilişki her ne ise) hikayeye yön verecek kadar güçlüydü, ne kurtların insan bedeninde saklanması ve artık geri dönemeyecek olmaları yeteri kadar vurucuydu, ne de güç odaklarının kendi aralarındaki savaşı benim için bir anlam ifade ediyordu. Aslında hepsi bir askerin görevine olan yaklaşımı gibiydi. İnsani değerlerin varlıklarından ve ağırlıklarından haberdar olan askerin görevinin önüne görevinden başka bir şeyi koymaması gibi. Kendinde o değerlerin bir karşılığını asker bedeninde bulamaması gibi. 

Bu yüzeyselliğe karşı gene de bu kadar ilgi çekici kalabilmesi de daha önce bahsettiğim uyum ile alakalı. Bir trenin camından gözünüzü ayırmadan ilerler gibi makinenin nasıl işlediğini önemsemeden veya fark bile etmeden a noktasından b noktasına getiriyor izleyiciyi. Bence çok ilgi çekici ve kendine has bir dünyası var Jin-Rô'nun fakat bu trenin yolda durup camdan baktığım şehirleri gezebileceğim ve onları daha da derinleştirebilecek bir durak yok. Çizimlerde bile bu yüzeysel kalışı görmek çok kolaydı benim açımdan, mesela film boyunca insanların yüzlerini birbirlerinden ayırt etmekte çok zorlandım. Çünkü neredeyse hepsi çok hızlı ve tek bir kalıptan çıkmış gibilerdi. Bu tercih de renklerin daha bir önem kazanmasına olanak sağlamış. Genel olarak griye çalan dünyamız kırmızı ve tonlarının etrafında yön alıyor diye biliriz. Kasktan bakan gözler, patlamalar, kırmızı başlıklar hep anlatıdaki bir farklılığı gösterir gibi kullanılmış. 


Tüm bunları bir kazanda eritince ortaya çıkan şey bence bir kurdun gözlerinden bu hikayeyi izliyor olmamızla alakalı gibi geliyor. En nihayetinde bir kurt kanın renginden başka bir renkle niye ilgilensin ya da bir kurt insanların yüzlerini birbirinden ayırt etmekle niye uğraşsın ve hatta bir kurt için toplumun değerleri ve normları ne ifade eder ki. Bir zırhın içerisinde kendi insanlığını kaybeden ve bir kurda dönüşmüş bir insan için biraz önce saydıklarım ne kadar derin olabilirse bizim gördüğümüz halide o kadar derin. Tabi en nihayetinde böyle bir amaç gerçekten güdülmüş müdür en ufak fikrim yok ama bu düşüncemin filme çok yakıştığını düşünmeden de edemiyorum haliyle benim gözümde de çok hoş bir deneyim olarak yer ediniyor kendine.

80   




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Magicka ❌

Golden Compass ✅ 78

Hangover ✅ 64